Ayşe Melek yazdı
Kırılganlık, bilhassa fizyolojik unsurlar üzerinden konuşulduğunda, zayıflık ve güçsüzlüğü ifade eden ve çoğunlukla negatif çağrışımları olan bir terim. Biz burada kırılganlığın ruhsal bir iyileşme anlamı taşıdığından ve bunun klinik anlamda terapi odasında ortaya çıkmasının gerekliliğinden söz edeceğiz. Kırılganlık bir yanıyla açık bir yara gibi kendimizi ortaya koyma anlamı taşırken diğer bir yanıyla ise ilişkilerin ve bağ kurmamızın birincil şartıdır. Bebek doğduğunda son derece kırılgandır fakat buna rağmen bir tanrısallık ve tüm güçlülük sanrısı içindedir ki hayatta kalabilsin.
Dünyayla kurduğumuz ilişkide diğerinin varlığı ve dış dünyanın gerçekliği bizi derin bir hüsrana uğratır. Bu hüsranın büyüklüğü; yani koruyucu bir çevreden mahrum oluşumuz bizi katı ve çarpık, böylece ilişkisiz ve saldırgan bir varlığa dönüştürür. Bu anlamda terapi odası dış dünyayı, terapist de ilişki kurduğumuz ilk ötekini temsil eder. Psikodinamik terapilerde psikoterapistin birincil işlevlerinden birisi, danışan için güvenli sınırlar oluşturmakken diğeri ise kendi varoluşunun danışanı incitmesine izin vermektir. İncinme gerçekleştiğinde hayal kırıklığı, öfke üzüntü çaresizlik hisleri doğar.
Danışanın terapistin varoluşundan aldığı darbe dünya ile ilişki kurmasının önüne geçen kabuğu çatlatır. Çatlaktan sızan ise danışanın gerçeği ve ilişkiselliğidir ve tüm bunların odadaki terapötik alana taşınması, çalışılması ve konuşulması beklenir. Böylece katı ve savunmacı iç dünya daha naif, akışkan ve yumuşak hale gelir. Özetle danışanı kırmamaya tabiri caizse ona uyumlanmaya çalışmak terapötik anlamda bir yanlış anlaşılmadan ibarettir. Esas olan saldırganca olmadığından emin olduğumuz bir yerden kendimiz olmayı sürdürmek, danışanın kırılmalarına izin vermek ve kırılmaları tutabilecek, onarabilecek ve anlayabilecek güvenli alanı yaratmaktır.