Dilin kudretine inanıyoruz. Dolayısıyla kitaplık serimize romanları da konuk ediyoruz.
İlk defa Annie Ernaux okudum. Başlarda kavramakta zorlandım ve bana belki de pek tesir edemeyeceğini düşündüm. Sayfalar ilerledikçe yazarı tanıyor gibiydim, her anında hissettiğim tanıdıklık hissine şaşırdım. Farklı bir coğrafyada deneyimlenmiş olan kadınlık, çocukluk ve gençlik anıları bana ve hayatımdaki insanlara aitti sanki. Ben bir sandalyede oturuyordum kitabı okurken ve karşımda da boş bir sandalye vardı. Bu boş sandalyeye önce yazar oturdu ve zamandan bahsetti. Önceki zamandan, zamanın bizi nasıl unutulur kılacağından, zamanı unutmaktan nasıl çekindiğinden…
“Her şey bir saniye içinde silinip gidecek. Beşikten ölüm döşeğine der derlenen sözlük tarihe karışacak. Suskunluğa bürünecek her şey ve onu anlatacak bir sözcük olmayacak. Aralık dudakların arasından hiçbir şey, ben men, çıkmayacak. Dil ise dünyayı kelimelere dökmeye devam edecek. Bayram sofrası sohbetlerinde, yüzü gittikçe silinen bir isimden ibaret olacağız ve giderek eski devirlere ait, adsız sansız yığının içinde kayıplara karışacağız.”
Boş sandalyedeki yazarın yerini; annem, ark adaşım, tanıdığım diğer insanlar sırayla aldılar. Kimi diğerlerinden daha uzun oturdu ve anlattı, kimiyse çok daha az anlattı. Bazı anlarda yazar fotoğraf kareleri sundu, bu fotoğraflar zihnimde canlandı, hareketlendi ve birer sahneye (ana) dönüştü. Bu anlardaki insanlar benim de hayatımda yer edinmişti, tanıyordum. Bahsedilen anneyi tanıdım en çok, annenin kaygılarını ve korkularını gördüm ilk defa dışarıdan bakan biri gibi.
Kitabın başlarında anneliği anlatan, görmeye çalışan bir kadındı yazar. Sayfalar ilerledi ve artık anneliği deneyimleyen bir kadının bakış açısından bakıyordum, anneliğin iki farklı zamandan da değerlendirilmesinde bir fark aradım. Endişeleri bambaşkaydı bu iki annenin, kaygı nedenleri farklıydı fakat buna rağmen ben çok benzer hislerle okudum iki anneyi de. Kitap boyunca bir kadının çocukluk, gençlik ve ilerleyen yaşlarına şahit oldum; bütün bu evrelerdeki endişe, merak ve hazlarına eşlik ettim. Yazar benim gençlik ve çocukluk endişelerimi sahiplenmiş ve yazmıştı. Onun ilerleyen yaşlarındaki endişelerini de ben sahiplenecek miydim?
Annie Ernaux bana; zamanın, anıların ve insan olmanın derinliklerini bazen rahatsız edici bir gerçeklikle bazen de nostaljik bir hazla seyrettirdi. İlk sayfalarda yabancılıkla okumayı denediğim bu kitapta ilerleyen sayfalar tanıdıklık hissiyle devam etti. Kadınlığı, çocukluğu, gençliği, zamanı yeniden düşündüm ve bu süreçlerle olan ilişkim farklılaştı, dönüştü. Kitap bittiğinde zamana karşı artık daha az endişeliydim.