"İnsan doğası gereği rekabetçi bir yapıya sahiptir."
Pek çok annenin en çok zorlandığı konulardan birisi kardeş kıskançlığı. Bazı anneler için bu yoğun bir suçluluk anlamı bile taşıyor. Bazen bununla baş edememekten kaynaklı, kimi zaman da birine yaptığı şeyleri sanki diğer çocuğundan esirgiyormuş gibi hissetmekle ilgili bir suçluluk oluyor bu. Kardeş kıskançlığından bahsetmeden önce çocuklara yönelik eşit olmayan bir tutum sergileme kaygısından ve buna dair yaşanan suçluluktan bahsetmek istiyorum.
Burada odaklanmamız gereken şey, her çocuğun farklı olduğu ve buna bağlı olarak annenin çocukla, dolayısıyla da çocuğun anneyle kurduğu ilişkinin birbirleriyle kıyaslanamayacak ilişkiler olduğudur. Çocuklarımızdan biriyle yaşadığımız ilişki kimi zaman bizi zorlayabilir, başa çıkmakta zorlandığımızı hissedebiliriz. Buradaki tutumumuz, hissettiğimiz suçluluğun peşinden gitmek değil çocuklarla ilişkilerimizde bizleri neyin zorladığı, bu ilişkiden almamız gereken mesajlar, çocuğun bize verdiği mesajlar ve ona vermekte zorlandığımız şeyin ne olduğunu aramak olmalıdır. Vermekte zorlandığımız şey genellikle bize verilmemiş olandır. Bunu tespit edebilirsek bu zorlayıcı ilişki bir anda şifa veren, spontanlığını geri kazanmış doyumlu bir ilişkiye dönüşebilir.
Kardeş kıskançlığına gelecek olursak. Bu son derece doğal bir duygudur ve her çocuk bu duyguyu kendi meşrebince yaşar. Benim çocuğum hiç kıskanmadı, hiç şöyle olmadı, hiç böyle olmadı diyen ya kendini kandırıyordur ya çocuğuna ya da insan doğasına yabancıdır. Hedefimiz kesinlikle kıskançlığın yaşanmaması değildir. Çocukların duygularını anlamak, aynalamak, bu süreci atlatmaları ve yeni duruma adapte olmaları için onlara zaman tanımaktır. Bazen bir kardeşin diğerini kıskanması ve bununla ilgili duygusal ve davranışsal tepkiler vermesi ebeveynler açısından da zorlayıcı olabilir. Her zaman olduğu gibi sizi zorlayanın ne olduğunu iç dünyanıza bakarak anlayabilir ve belki siz de çocuğunuzla birlikte şifalanabilirsiniz.
Kardeş sahibi olmak her çocuk için yeni bir rolün açığa çıkması anlamına gelir. Bu dünyaya dair bilgileri epigenetik açılımla (var olan potansiyelimizin zamanı geldiğinde açığa çıkması olarak kabaca tarif edebileceğimiz bu terim belki başka bir yazının konusu olabilir), deneyime ve tekrara bağlı olarak öğrendiğimizi düşünecek olursak doğaldır ki bu yeni rol her çocuk için kaygı ve korku vericidir. Kendi yerini, anne babasının sevgisini kaybetme korkusu yaşayan çocuk aynı zamanda kardeşine iyi davranmak ve iyi bir abla/abi olmak zorunda kalmıştır. Yani hissettiği bütün olumsuz duyguları ve agresyonunu gömmesi gerekmektedir. Bu her çocuk hatta her insan için taşıması zor bir yüktür. Bu sebeple çocuklara karşı yapılan en büyük yanlışlardan birisi çocukların bu rolü yaratmalarına, bu yeni duruma alışmalarına fırsat vermeden sen artık büyüdün, abla/abi oldun şeklindeki dayatmalardır. Her çocuk öyle ya da böyle bu alışma, yeni rolü benimseme, tanıma, anlama ve “yeni rakip” karşısında olumsuz duygular hissetme sürecinden geçecektir.
İnsan doğası gereği rekabetçi bir yapıya sahiptir. Rekabet olmasaydı gelişme de olmazdı. Bu doğa iyi yönetilebildiği, haset, hınç, düşmanlık gibi duygular kadar yıkıcı olmadığı sürece hem insanın hem insanlığın gelişimine katkı sağlayacaktır. Her çocuk kıskançlığı farklı şeklilerde yaşayabilir. Çoğunlukla regresyon şeklinde görülür. Bebeksi davranışlar gösterme, zaman zaman ilgiyi üzerine çekmek için yapılan davranışlar gibi. Kimi zaman daha karmaşık biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin benim çocuklarımdan biri kardeşi olduğunda fizyolojik olarak açıklanamayan bazı hastalık semptomları göstermeye başlamıştı. Boğazının ağrıdığını iddia ediyor ve bu somatik ağrı sebebiyle yemiyor, içmiyor ve konuşmuyordu. Başta fiziksel bir hastalık olduğunu düşündüğüm bu durumun daha sonra bebeksi bir hale dönüşmenin bilinçdışı kılıfı olduğunu fark ettim. Boğazı mı ağrıyor, azı dişlerimi çıkıyor diye düşünürken aslında bu “hastalık sayesinde” tıpkı kardeşi gibi yalnızca sıvı gıdalarla beslenebiliyor ve yine bebek gibi konuşmuyordu. Böyle bir durum karşısında çocuğa zaman tanımak ve empatik olmak gerekir. Çocuğu bu durumdan kurtarmak ya da bu halin bir an önce geçmesi için kaygıya kapılırsak hem kendimize hem çocuğa haksızlık etmiş oluruz. Çocuk her zaman olduğu gibi kendini şifalandırma becerisine sahiptir. Bu zorlu durumu aşmanın bir yolunu mutlaka bulacaktır yeter ki ona zaman tanıyalım, eleştirel suçlayıcı, aceleci davranmayalım. Bir şey yapsam da bu durumu düzeltsem kaygısına kapılmak her zaman işlevsel olmayabilir. Çocuğa ve dönüştürme gücüne inanmak ve sakin kalmak, her konuda olduğu gibi bu konuda da en işlevsel yoldur.